The Umbrella Academy: Proje Çocuklar ve Süper Kahramanlar

Belki de ta kendisi olduğumuz tüm "proje çocuklar" gibi...



The Umbrella Academy ile Yazarlığını Gerard Way’in, çizerliğini Gabriel Ba’nın yaptığı ve Dark Horse Comics tarafından 2007 yılında yayımlanan bir çizgi roman serisi olarak tanıştık. Netfix bu güzel çizgi roman serisini
2019 yılında dizi uyarlaması şeklinde bizlere sundu.

Peki bu seri sadece bir süper kahraman serisi mi yoksa anlatılan şey aslında bizim hikayelerimiz mi?

The Umbrella Academy ve Süper Karmaşaları

Dünyanın farklı yerlerinde 43 kadının, 1 Ekim 1989 tarihinde, uyandıklarında hamile olmamalarına rağmen saat 12.00’de doğum yapmasıyla tüm olaylar başlıyor. Ünlü bilim insanı, mucit, iş insanı ve milyarder Sir Reginald Hargreeves bu çocuklardan 7 tanesini evlat ediniyor. Her biri bambaşka karakterlere ve süper güçlere sahip olan bu kardeşler, Sir Reginald Hargreeves’in ölüm haberi ile yeniden bir araya geliyorlar. Bu bir araya geliş ise The Umbrella Academy maceralarının yeniden başlamasını ateşleyen birleşme oluyor. Bu birleşmeden sonra hiçbir şey aynı ilerlemiyor tabii ki. Bizim kendilerine has tarzları olan süper kahraman takımımız dünyanın sonunun gelmesini yine kendilerine has bir tarzda engellemeye çalışıyor.

Süper Kahraman Takımı Projesi

Diziyi izlerken olayların akışına kapılsak da tüm o aksiyonların arkasında çok büyük bir gaddarlık ve dram bizi bekliyor aslında. Mucizevi bir şekilde dünyaya gelen çocuklardan 7’sini evlat edinen Sir Reginald Hargreeves’in aslında hiç masum olmadığını anlamamız uzun sürmüyor. Çocukları evlat edinmesinden ölümüne kadar aslında her şeyi planlı yapan eksantrik milyarder, planının aşamalarını hazırlarken çocukları ve onların da birer insan olduğunu hiç düşünmeden bu planı yaptığını açıkça belli ediyor.

  Olaya teker teker karakterler açısından yaklaşmak, sanırım biraz daha net anlamamızı sağlayacak.

Number 1

Luther süper güçlü ve iri bir süper kahraman. Dizinin başında onu aydaki bir uzay istasyonunda astronot olarak görev yaparken görüyoruz. Luther ilerleyen yaşlarına kadar babasının yanından ayrılmayan tek kardeş. Hatta aydaki görevi de kendi tercih ettiği bir hayat değil. Babası onu görevlendirdiği için orada kalıyor. Sir Reginald’ın Luther üzerindeki etkisini bu noktada çok net fark edebiliyoruz. Yaşamı boyunca ne yapacağı ebeveyni tarafından söylenmiş ve kendi karar verme mekanizmasını oluşturamamış Luther ayda neden tek başına kalacağını dahi sorgulamadan kabul ediyor. Onun için yapması gereken şeyi babasının söylemiş olması fazlasıyla yeterli. İlerleyen bölümlerde aslında babasının bir hiç uğruna onu aya gönderdiğini öğrenen Luther tam anlamıyla bir boşluğa düşüyor. Bu durumu öğrenene kadar babası öldüğünde bile geçmişte ona dayatılanları yaşamaya devam eden Luther için bu yüzleşme ile her şey yerle bir oluyor ve 28 yaşında birinin en baştan kendini büyütmesi gereken bir durumda kalıyor.

Number 2

Diego ise bir bıçak kullanma ve dövüş ustası. Diego’yu bir aileyi kurtarırken görüyoruz. Kekemelik problemi yaşayan Diego bu konuda hiçbir zaman babasının desteğini göremiyor. Destek görmek bir kenara babasının her başarısızlığındaki aşağılamalarından dolayı bu problemi tetikleniyor. Babası tarafından sürekli kahraman olması gerektiği öğretilen Diego, her ne kadar evden ayrılacak kadar dik başlı olmayı başarmış olsa da babasının onu görmediği, hatta haberi bile olmayan durumlarda dahi kahraman olmaya çalışıyor. Tüm hayatını kahraman olarak kendini babasına kanıtlamaya adamış durumda.

Number 3

  Allison ise “Bir söylenti duydum” diye cümlesine başladığında karşısındaki kişiye istediği her şeyi yaptırabiliyor. Gücünü kullanmaya o kadar odaklanmış bir hayat geçirmiş ki sadece suçlulara karşı değil normal hayatında da hep gücünü kullanarak istediğini elde ediyor. Bir proje çocuk olarak nasıl başardığının değil neyi başardığının önemi vurgulanmış ve o da evden ayrıldıktan sonra bile bununla hala ilerlemiş. Tabii ki bunun bedelini onun için çok zor süreçler yaşayarak ödediğini görüyoruz.

Number 4

Klaus ölülerle iletişime geçebiliyor, yani en azından başta sadece bu kadar sanıyoruz. Dizi ilerledikçe gücünün çok daha büyük etkileri olabildiğini görüyoruz. Gücünün ürkütücü bir yani da olan Klaus, küçükken ölülerden korktuğu için babası tarafından bir mezarlıkta yalnız başına günlerce durmakla cezalandırılıyor. Bu şekilde daha cesur birine dönüştürülmeye çalışılıyor. Tabii ki o küçük çocuğun korku süreçleri dikkate alınmıyor. Korkusu bu şekilde travmatikleştirilen Klaus ise madde etkisi altındayken gücünü kullanamadığı için ölülerle iletişime geçmemek adına madde kullanırken bir bağımlı oluyor ve hayatı bu şekilde yönleniyor. Buna ek olarak travma yaşatıldığı için gücünün en küçük boyutu olan ölülerle konuşmayı bile yaptığında mezarlıkta bırakıldığı anısına döndüğünden dolayı gücünün çok daha ileri boyutlarını keşfetmeye hiç cesaret edememiş.

Number 5

Five, 13 yaşındayken yeterli seviyeye gelmemiş olmasına rağmen zamanda sıçrıyor ve tam 45 yıl boyunca gelecekte mahsur kalıyor. Five her ne kadar yeterli gücü olmadığını bilse de babaları tarafından onlara sürekli söylenen “Sizin özel güçleriniz var ve normal insanlar değilsiniz.” şeklindeki cümleler onun üzerinde gereğinden fazla bir özgüven oluşturuyor. Bu gerçekten kopuk algı ise normalde yapmaması gereken bir şeyi yapmasına ve gelecekte mahsur kalmasına temel oluşturuyor.

Number 6

Ben de babası Reginald Hargreeves’in zorbalığına maruz kalmış bir proje çocuğudur. Reginald, Ben’i sadece güçleriyle değerli bir araç olarak görmüş ve duygusal ihtiyaçlarını görmezden gelmiştir. Küçük yaştan itibaren Ben, babasının ona yaklaşımından dolayı yalnızlık ve dışlanma duygusuyla büyür. Reginald, Ben’in gücünü kullanabilmesi için onu zorlamış, ancak Ben’in duygusal gelişimini ya da korkularını hiç dikkate almamıştır. Bu durum, Ben’i duygusal olarak ihmal edilmiş ve kendini değerli hissetmeyen bir birey yapar.

Number 7

Vanya da babasından kaynaklı birçok olumsuz çocukluk deneyimine sahip. Dizinin başlarında, kardeşleri içinde hiç özel gücü olmayan tek kardeş olduğunu düşünüyoruz. Sıradan olduğu için sürekli babası tarafından ailenin dışında tutulan, kendisinden bahsedilmeyen ve gücü olmayışı sürekli yüzüne vurulan Vanya’nın aslında çok büyük bir gücü olduğunu sonradan öğreniyoruz. Sir Reginald Hargreeves, Vanya çok küçük yaşlarındayken onun gücü ile başa çıkamıyor. Bir sese odaklandığında ayı patlatacak kadar büyük bir enerji dalgası yayabilen Vanya’nın bu gücünü kendi kontrolünde tutamayacağını anlayan Reginald, antidepresan ile bu gücü baskılıyor. Daha sonra ise Allison’ın gücünü kullanarak Vanya’nın gücü olduğunu unutmasını sağlıyor. Bu şekilde sadece kendi kontrol edemiyor diye Vanya’ya yıllarca kendini gereksiz hissettiği ve sonrasında da bir anda ne yapacağını bilmediği gücü kontrol etmek zorunda kaldığı bir hayat bırakıyor.

Karakterlere baktığımızda onları bizden kılan özelliklerinin, onları yetiştiren sorunlu bir ebeveyn tarzı olduğunu rahatlıkla anlıyoruz. Kendi hayatlarını yaşayıp kendi kararlarını vermelerine izin verilmeyen bu yedi kardeşe kendi hatalarını yapma hakkı bile tanınmadığını görebiliyoruz. Sir Reginald Hargreeves, evlat edindiği çocukları büyütmüyor. Projesi, başarılı bir takım kurmak olan bir takım kaptanı olarak planına sadık kalıyor ve proje doğru ilerlediği sürece onun için hiçbir sorun olmadığı fark ediliyor. Sonunda da her ne kadar süper kahraman olsalar bile The Umbrella Academy, hatalı ebeveyn tutumunun onarılması güç yaralar açtığı çocuklar olarak hayatlarına devam ediyorlar. Tıpkı bizim hayatlarımızda yaşamlarına tanık olduğumuz belki de ta kendisi olduğumuz tüm "proje çocuklar" gibi.

Süper Kahraman Olmayan Proje Çocuklar 

Doğdukları andan itibaren ne yapacakları, ne olacakları, nasıl yürüyüp nasıl konuşacakları belli olan proje çocuklara seçme şansı tanınmıyor. Aile kendi doğrularına ve “kendilerinin nasıl bir çocuğa sahip olmak istediğine” o kadar sıkı sıkıya bağlanıyor ki çocuk bu durumda, şekil almayı bekleyen bir oyun hamuruna dönüşüyor. Tıpkı bu dizideki gibi; yerine karar verildiği için karar verme yetisi gelişmeyen, kendini kanıtlamak için sürekli “aile tarafından onaylanacak doğru davranışlar” sergilemeye çalışan, ailenin her dediğini yaptığı için kendisinin kusursuz olduğuna inandırılan, duyguları önemsenmeyen ve başaramadığında aşağılanıp yok sayılan çocuklar yetişiyor. Hatta belki de ailesinin baş etmekte zorlandığı için baskıladığı birçok güzel ve özel yönü olan çocuklar dolaşıyor aramızda.

Bu çocukların hepsi anne ve babanın yazdığı projenin çıktıları olarak devam ediyorlar hayatlarına. Kendileri olamıyorlar. Aile ile konuşulduğunda onlara göre; geleceği parlak, özenle yetiştirilmiş bir evlada sahip olduklarını söylemeleri fazlasıyla muhtemel. Çocuğun benlik değerine ne kadar saygı duyulduğu konusuna gelirsek; o konu bu tarz bir ailede fazla iç açıcı olmayabilir. Bu çocuklar, belki bir Şemsiye Akademisi’ne dahil olmasalar da ailelerinin onları “korumak ve doğru yetiştirmek” için üzerlerine tuttuğu ve sadece onların ışığını kapatmaya yarayan o şemsiyelerin altında sıkışıp kaldıkları kesin.